'AŞK'LA ÇALIŞAN İNSANIN ŞAŞIRTAN PERFORMANSI

Sinan Canan

Hz. Mevlana'dan aşkın tarifi "İnsanın rahatını, huzurunu ve iştahını kaçıran şey" diye alıntılanıyor. Tam olarak, insanın aşkla bir şeye dalması ve onda kaybolmasına benzeyen bir hikâye tasvir ediliyor.

“Beden” ve “Beyin” dediğimiz yapı, bir yere kadar diğer canlılar ile hemen hemen aynı özellikleri sergiliyor. Temel yapı taşlarımız, çalışma biçimlerimiz, metabolik düzenlerimiz ve kimyasal reaksiyonlarımız, neredeyse aynı. 

İNSAN BEDENİ, YEDİ YILDA BİR YENİLENİYOR 
İlaç araştırmalarında hayvanlara belli bazı kimyasal maddeler enjekte edip onların insanlardaki etkilerini de öngörebilir duruma gelebiliyoruz. Onların fiziksel yapıları bize çok benzediği için onlardaki kimyasal etkileşimlerin hemen hemen aynısının insan beyninde de olduğunu varsayıyoruz ve genellikle de böyle oluyor. Bu benzerlikler üzerinden yola çıkarak tarifi yapıyoruz; ancak sadece o malzemeden ibaret olmayan tarafınızın olmadığını da farketmeye başlıyoruz. Öncelikle bütün varlık açısından ele aldığımızda “Neden biz, sadece bedenden ibaret değiliz?” konusu, aklıselim baktığımızda hemen karşımıza çıkabilecek fiziksel bilgilerden geliyor. “Ben” diye baktığımız beden, yaklaşık 7 yılda bir; bazı organlarımız haftalık, bazıları ise yıllık olarak yenileniyor. Beden bütün hücreleri, atomların molekelleri ile değişiyor. Yani on sene önceki benliğimiz ile aynı bedene sahip olmuyoruz. Ama benliğimiz devam ediyor.

BEDENE SADECE “BEN” DEMEK, MANTIKLI DEĞİL
Sahip olduğumuz beden, dünyada yaşarken yediğimiz ve içtiğimiz şeylerden toparladığımız malzeme ile yapılıyor. Biz, dış dünya ile olan maddesel ilişkimizle bir bedenin devamlı inşasına doğrudan ya da dolaylı olarak kaynak sağlıyoruz. Bedene sadece ”Ben” diyecek olduğumuzda, dünyadan geçerken topladığımız bir yığına “Ben” demiş oluyoruz. Bu ilk etapta doğru görünse de çok mantıklı, makul ya da sağduyulu yaklaşım değil. Biraz yakından bakıldığında tuhaflık olduğu görülebiliyor.

AKIŞ MODU...
Son yıllarda pozitif psikolojide ve insanın uç durumlardaki psikolojik halleri ile ilgili araştırmalarda ilginç mekanizmalar keşfetmeye başladık. Örneğin; bir insan, belli bir konuda aşk ve büyük bir tutku ile yıllar boyunca çalıştığında, o mesele ile ilgili karşısında yeni bir zorluk, meydan okuma düzeyi çıktığında, birikimlerini devreye sokmak için öyle bir zihinsel moda geçiyor ki. buna “Akış modu” deniyor. “Akış modu” psikolojide çok önemli araştırma konularından bir tanesi. İnsanların kendilerini bile şaşırtan performanslar göstermelerine sebep oluyor. Kendi varlık düzeyini aşabilmesini sağlayan ilginç kabiliyetlerin ortaya çıkmasına vesile oluyor. Bildiğimiz kadarıyla diğer canlılarda böyle bir şey yok. Onu da ne kadar kullanabiliyoruz, bu da ayrı bir sorun.

AKIL VE MANTIK SİSTEMLERİ DEVRE DIŞI KALIYOR
Akış “Herhangi bir işe başlandığında vaktin nasıl geçtiğinin unutulması, günlerin nasıl geçtiğinin takibin kaybedilmesi, açlığın ve susuzluğun hatırlanmaması”nı tezahür ediyor. Bizim kültürde Hz. Mevlana’dan aşkın tarifi “İnsanın rahatını, huzurunu ve iştahını kaçıran şey” diye alıntılanıyor. Tam olarak, insanın aşk ile bir şeye dalması ve onda kaybolmasına benzeyen bir hikâye tasvir ediliyor. Böyle olduğunda da insanların özellikle günlük hayatta çok fazla başvurdukları mantık ve düşünme mekanizmaları büyük oranda devre dışı kalıyor. Akıl ve mantık yürütme sistemleri geçici bir süre tatile alınıyor, bu tatil sayesinde de insan benliğine yerleştirdiği o deneyimi engelsiz, tereddütsüz ve takılmasız olarak hayatına sermeye başlıyor. Yaptığı iş her neyse enteresan bir performans göstermeye başlıyor.

ZOR İLİŞKİ YOKTUR AZ AŞK VARDIR 
Aşk meselesi hayatımızın merkezinde olmadığı sürece zorlu bir ömür yaşıyoruz. Özellikle öğrenciler, içinde bulunduğumuz bu zamanda öğrenme, çalışma ve motivasyonlarını sürdürebilme gibi konularda sıklıkla problem yaşıyor. Bu gibi durumlarda sıklıkla tekrar ettiğim bir söz var: “Zor ilişki yoktur, az aşk vardır.” İnsan, önünde herhangi bir engel bulunduğu zaman insanlığı ortaya çıkan, o engeli aşmak için kendisinin bile varlığını bilmediği birtakım potansiyelleri dünyaya yansıtabildiği zaman varlığını hissedebilen enteresan bir canlı. İnsan, dünyaya imkânsızı bir şekilde becermeye gelmiş bir canlıya benziyor. 

BÜYÜDÜKÇE, MANEVİYATIN İHTİYAÇ OLDUĞU FARK EDİLİYOR
Anlamın buharlaştığı, bilginin artık ayırt edilemez kadar çoğaldığı ve insanların kafalarının çok karıştığı bir dönemde, bir insanı yeniden ele almak, her vesile ile çok önemli. Tasavvuf gibi bir kadim gelenek penceresinden insanın çok önemli tarafları masaya yatırılıyor. Yetişme ve geldiğim kültür itibarıyla, ağırlıklı olarak maneviyatın çok önemli olduğu bir topluluktaydım. İnsanların dillerinden dökülen konular ve sorunlar maneviyata dayalıydı. Bunun sağladığı ruhi huzur başka bir konu; fakat biraz büyüdükçe maneviyatın çok önemli bir ihtiyaç olduğu bireysel olarak da fark edilebiliyor. 

MANAYA DAİR...
Maneviyat ihtiyacının, vazgeçilemez ve devredilemez bir susuzluk misali giderilmesi gerektiği fark edildi. O ihtiyacı doğru bir şekilde giderebilmenin yollarını bulmak da maharet istiyor. Dünyada şu an bulunan bütün inanç sistemleri, bütün anlatılar ve Yeniçağ dinleri de dahil olmak üzere, hemen hepsi aslında insanın maneviyat arayışına ve ihtiyacına cevaplar oluşturabilmek için bir çaba içerisinde. “Manevi” kelimesi, köken olarak “Manaya dair” anlamına geliyor. “Bütün olan bitenlere, hayatta yaşadıklarımıza biz nasıl bir anlam yüklüyoruz, nasıl bir mana veriyoruz ve neden bir mana vermek zorundayız?” soruları, maneviyat meselesinde büyük hikâyenin anlaşılabilmesi için bir giriş kapısı.

Yazarın 1.01.2022 00:00:00. Tarihinden Önceki Yazıları