BEDENİN MÜCADELE ALANIDIR SERGİSİ

Agah Uğur Koleksiyonu'ndan seçilen eserlerin bir araya getirilmesi ile hazırlanan "Bedenin Mücadele Alanındır" başlıklı sergi, Türkiye'den ve dünyadan kırktan fazla sanatçının elliye yakın eserini içeriyor.

Halil Altındere’nin 12 yıl aradan sonra küratörlüğünü üstlendiği başlığını Barbara Kruger’ın 1989 tarihli “Bedenin Mücadele Alanındır” adlı eserinden alan sergi; cinsiyet politikaları, mücadele, özgürlük, sınırlar, göç, hafıza gibi yakıcı meseleleri görünür kılmayı amaçlıyor.

Agah Uğur’un toplumsal ve entelektüel duyarlılıkla oluşturduğu, geleceğe, geçmişe ve bugüne ilişkin birçok farklı soruyu barındıran özel koleksiyonu, yaşadığı topluma ve zamana sırt çevirmeyen, geniş bir perspektiften bakar. Uğur Türkiye’den güncel sanatçıların farklı dönemlerine ait eserlerin yanı sıra yakın coğrafyalardan önemli sanatçıların eserlerine de yer verdiği geniş spektrumlu bir dünya kurar. Malzemeyle sınırlandırılamayan, nesnesi olmayan bir eserden, büyük bir enstalasyona, çizimden neona ya da metaverse’deki bir NFT’ye kadar çeşitlilik gösteren eserler, Altındere’nin bıçak sırtında dans etmeyi seven yaklaşımıyla yan yana geliyor.

Bedenin Mücadele Alanındır

Shakespeare dünyayı insanın ömrü boyunca pek çok rol oynadığı bir sahne olarak nitelendirir. Buradan yola çıkan Halil Altındere’nin yarattığı sahne ise zamanımızın en gözden çıkarılmış kişi ve konularının tekrar tekrar gündeme geldiği bir gerçekliği görmeye zorlayan, vahşi ve yırtıcı bir sahnedir.

Avcı ile av arasında yakalanan o kısacık bakış, suçlu ile suçsuz, yaşam ile ölüm arasındaki o keskin ayrımları askıya alır. Işığın sabit olmadığı sahnede, ışığın gösterdikleri kadar göstermedikleri de mesele edilir. Bu bağlamda sergi, görmek ile hakikat arasında nasıl bir bağ kurulabileceğini sorgular. Gözün kulağa üstün geldiği bir çağda, sosyal medyanın, ekranların, kameraların gözleri ile birbirine bakan insanlık, anne karnındaki bebekten, beyin dalgalarını gören makinelere “her şeyi” görebilir ve gördüklerinin “gerçek” olduğuna inanabilir mi? Gizli olanı görmenin yasak olduğu eski günlerden bugüne, artık tam şeffaflık bir hak, hatta zorunluluk haline gelmiştir. İşte Altındere izleyiciyi, 660 metrekarelik bir sahneye, başka deyişle bir ‘mücadele alanına’ davet ediyor.

Agah Uğur, Bedenin Mücadele Alanındır sergisi ile ilgili yaptığı açıklamada şu sözlere yer verdi:

“80’li yıllarda İngiltere’de yaşadığım dönemde çağdaş sanatla olan tanışıklığım Türkiye’ye döndükten sonra zamanın tuval üzerine soyut yağlıboya eserlerini almaya başlayarak bir adım öteye geçti. O dönemde kavramsal bir yaklaşımdan uzak imkanlarım ölçüsünde beğendiğim eserleri alıyordum.

2000’li yılların başlarında İstanbul sanat çevrelerinde yaşanan değişimle birlikte modern galerilerin açılması, müzayedelerin artması, sanata olan bakışı da değiştirdi ve sanat yaygın bir şekilde alınıp satılabilen bir alan haline geldi. Bu değişim benim o zamana kadar ilgi duyduğum soyut resimden uzaklaşmama sebep oldu.  Sanat eserlerinde estetik etkiden daha çok kavramsal anlam aramamız gerektiğine inandım. 2008 Aralık ayında sanatta başka bir yolculuk yapmaya karar verdim. Bir müddet durdum, dinledim, okudum, araştırdım, güvendiğim insanlara danıştım. Neticede de çağdaş kavramsal sanatın küreselleşme, politika, cinsiyet, kültür farklılıkları gibi toplumsal konulara farklı bakan sanatçı ve eserleri ile yeni bir yolculuğa çıktım. Bu yolculuğun ilk adımı 2009’un başlarında o günkü adıyla Outlet Galeri’de Azra Tüzünoğlu ile tanışmam oldu. Azra ile galeride sanatçı portföyünün üzerinden giderken galeriye Halil’de geldi ve o zamandan beri dostluğumuz devam ediyor. Bu dönemin başlarında toplumsal konulara önem veren, sesini duyurmak isteyen, çok özgün işlere imza atan idealist diye tanımlayabileceğim birçok çağdaş sanatçı ve onlara destek veren yine idealist galericilerin varlığını keşfettim.  Daha sonra video sanatına özel ilgi duymaya başladım. Sosyopolitik eserlerde mesajı hoş ve katmanlı bir hikaye yazarak vermek önemli ve görselliği ve senaryo yazma farklılığı ile video sanatı bunu çok etkin yapabiliyor. Zaman içinde oluşan bilgi, görgü ve kendime güven ile video sanatında yabancı sanatçılar ile de ilgilenmeye başladım ve bu sayede zaten dar bir çevresi olan bu alanda beni besleyen ve gururlandıran birçok güzel anım oldu. Yurtdışında panellere davet edildim, jüri üyelikleri yaptım, ilginç koleksiyonerlerle dostluklarım oldu. Yolculuğum benzer tutku ve odakla devam ediyor.  Kısaca özetlemek gerekirse ben toplumsal konulara duyarlı oldum. Kariyerim boyunca 15’in üzerinde STK’nin yönetim kurulunda yer aldım. Sanatta da aklıma ve ruhuma yakın olduğu için eleştirel, sosyopolitik, kavramsal sanatçı ve eserlere odaklandım.

Bakıldığı zaman pek anlaşılamayan, ancak anlatılınca etkin bir mesajı olan sanat beni heyecanlandırıyor, çünkü bu sanat düşündürtüyor, kışkırtıyor, tarihsel konular veya günümüz problemlerine başka bir şekilde bakmamıza yardımcı oluyor. Özellikle bu tip sanatın toplumla buluşturulması gerektiğine inanıyorum. Aslında sanatın hepsi paylaşılmalı, çünkü sanatçı sesini duyurmak, derdini anlatmak için sanat yapıyor. Eser toplumun önüne çıkmazsa sanatçı amacına ulaşmamış oluyor. Bu sebeplerden dolayı koleksiyonumun paylaşılmasını önemsiyorum, hatta birazda görev olarak görüyorum. Çağdaş sanatçılar çok zeki, toplumun bir adım önünde insanlar. Sanatın konuşulmayan konuları anlatabilen bir alan olduğunu düşünürsek global bazda birçok ülkenin beraberce yaşadığı sorunları sanatçı gözüyle ve onların rengiyle sanatseverlere aktarmada benim de payım olması beni mutlu ediyor.”