YENİ KKM KURALI VE DOĞRU BİLGİNİN ÖNEMİ

Prof. Dr. Emre ALKİN

Hem ECB hem FED'den şahin açıklamaların geldiği bir ortamda Merkez Bankası politika faizlerini, beklendiği gibi yüzde 30'a çıkardı. Böylece bankalarda mevduat faizinin tabanını da belirlemiş oldu.

Bir yıllık enflasyon beklentisi yüzde 45-50 civarında olduğuna göre, hiçbir tasarruf sahibi bu seviyeden daha düşük bir mevduat faizini kabul etmeyecektir. Elbette bu gelişmeler hem fonlama kompozisyonunu hem fonlama maliyetini yükseltiyor. Diğer taraftan yapılan düzenlemeyle bankalar KKM faizini de artık politika faizleriyle uyumlu tutmayacaklar. Yani yüzde 30’dan daha düşük olabilecek. Eskiden “Minimum politika faizi kadar” kuralı vardı, şimdi bu kural kalktı. Bana kalırsa mevzuat kalabalığı içinde bu unutulmuştu. Birileri hatırlattı ve kaldırıldı.

Bundan bir iki hafta önce bankalar sadece eski müşterilerine veya KKM sahiplerine yüksek faiz teklif ediyordu. Şimdiki durumda böyle bir mecburiyetleri olmayacağına inanılıyor demek ki. Açıkçası piyasada ciddi bir kaynak eksikliği var, bankalar da para satarak yaşadıkları için mecburen rekabete girecekler. Bu aşamada bilanço daraltmak aynı zamanda piyasa payını kaptırmak anlamına gelecek. Dolayısıyla, en uzun vadede en uygun faizle para toplayıp kredi verecekler.

HATALI BİLGİNİN FATURASI YÜKSEK OLUR

Geçen hafta Huawei’nin davetiyle gittiğim Şangay’da çalan telefonlara cevap verirken Çinli görevliler bana “ne oldu” diye sordu. Merkez Bankası’nın faiz kararı verdiğini söyleyince filmlerde gördüğümüz Asyalı tepkisi verdiler. Yani “mesele bu muydu?” gibilerinden. Milyarlık nüfusun dijital kabiliyetlerle nasıl bir seviyeye ulaştıklarına şahitlik ediyorken uğraştığımız işe bak. Akıllı şehirler, 24 saat çalışan limanlar, insansız vinçler ve kamyonlar gibi bir gündemimiz varken Türkiye’den gelen haberler yüzeysel kaldı.

Açıkçası bilgiyi doğru yerden alıp, doğru süzüp, doğru raporlama yapmanın önemini Çin’de daha fazla anladım. Bir işletmenin makinelerinden insan kaynağına kadar hangi özelliklere sahip olduğu, finansal durumu “devlet sırrı” gibi saklanmıyor. Tevatürle hareket eden yok. Bu nedenle doğru yerde, doğru müdahale yapılıyor. Bizdeyse küçük bir işletmenin mali tablolarına ulaşmak bile zor hatta doğru bilginin verilmediğini birçok örnekte yaşıyoruz.

Belki de işe kendi yaşadığımız yerden başlayıp, müşteriler ve çalışanların dahil olduğu bir dijital ekosistemle yönetmeye başlamalıyız. Personelin tam olarak görevini yapıp yapmadığı, yapsa da müşterinin memnun olup olmadığı, verilen görevlerin bütçeye uygun yapılıp yapılmadığını kara kaplı defter ya da güvendiğimiz kişiler üzerinden değil, hata payını en aza indiren yazılımlar ve karar destek sistemleri üzerinden kontrol etmeliyiz. Mutlaka bunun maliyeti vardır ama hatalı bilginin faturası büyük ihtimalle bundan fazladır.

Türkiye ve Çin Karşılaştırması
Çok uzun yazdığımı iddia eden dostları memnun etmek için bugün kısa yazıyorum. Her seyahatin bir amacı var mutlaka ama ilk defa “Ben buraya niye geldim” diye hayıflanmıştım.

Ancak Çin’e ayak bastığımdan 3 saat sonra “iyi ki gelmişim” dedim içimden. Sonra 72 saatlik ziyaret, görüşme ve keşif maratonundan sonra daha salim kafayla bir değerlendirme yaptım. İki ülke arasında şöyle bir kıyaslamayı karalama defterine ekledim. Bakın biz hangi hataları yapıyoruz:

- Yapılan işler hakkında güvendiğimiz yöneticilerden bilgi alıyoruz ama onların verdiği bilgiler çoğunlukla güvenilir olmuyor. Dolayısıyla kurumları yönetmek zor oluyor.

- Kurumlarda kritik işler hep belirli kişi ya da kişilerde toplanıyor. Dolayısıyla bu kişi ya da kişiler unvanlarının çok üzerinde yetki ve sorumluluk sahibi oluyor. Yapılan yanlışlıklar ve yanlış giden işlerin üzeri örtülüyor.

- Tüm faaliyetlerde kalite yerine üst yönetimin memnun edilmesi aranıyor. İşin gereken kalite ve altyapıyla bitirilmesi değil “bir şekilde bitirilmesi” hedefleniyor

- Eğiticinin eğitimine ilgi gösterilmiyor ve bu sebeple ara eleman da yönetici de yetişmiyor. Bu sebeple yönetici pozisyonuna gelenler çok uzun süre koltukta oturuyor. Bu sebeple verimsizlik artıyor. İşler az sayıda kişi sayesinde yapılıyor. Onlar da diğerleriyle aynı ücreti aldıkları için isyan ediyor.

- Tüm kritik kararlar ya siyasetin ya grupların ya da kişilerin menfaatlerine göre alınıyor bu sebeple toplam faydayı artırmak mümkün olmuyor.

Sonuç olarak, Türkiye’nin de Çin gibi merkezden yönetildiğini kimin neye sahip olduğuna siyasetin karar verdiğini görüyoruz. Ancak kimin neye sahip olacağına ya da neyi yapacağına veya hangi haklara sahip olacağına oldukça keyfi bir şekilde yaklaşılıyor.

Mesela birilerine verilen haklar diğerine verilmiyor. Bunu sadece siyaset değil firmalar ve kurumlar da yapıyor. Bir kişinin sahip olduğu haklar aynı seviyedeki bir başkasında yok. Gerekçesini anlamak mümkün olmuyor.

Ancak patron mutluysa kimse ses çıkarmıyor . Bu açıdan vizeleri gerekçesiz reddeden Avrupa’ya benziyoruz desem yanlış olmaz. Belki de bu sebeple bu yaklaşıma önce isyan ediyor sonra kanıksıyoruz. Değişen bir şey olmuyor.

Yazarın 1.10.2023 00:00:00. Tarihinden Önceki Yazıları