AKIL VE BİLİMDEN UZAKLAŞTIKÇA BAŞIMIZA GELENLER...

Canan Ercan Çelik

"Hiç beklemediğimiz yerden yıkılır genellikle hayat. Masanın sallanan ayağı değil de sağlam ayağı tutar kırılır. Yaşam da böyledir biraz. Yükü en fazla yüklenen, gün gelir ansızın çöker." Tunç Tataker

Kendini siyasi olarak popülist, aşırı muhafazakâr, aşırı sağcı ve ultra-liberal olarak tanımlayabileceğimiz Javier Milei şişik egosu, tiyatral tavırları, medyadaki etkileşimi, bilimsel tezlere dayalıymış görüntüsü verdiği söylemleri, testereyle hastalıklı kurumları doğrayıp dağıtacağı iddiaları, Merkez Bankası’nı kapatma, ekonomik para birimini dolara çevirme, kürtaj karşıtlığı ve fazlasıyla cinsiyetçi diliyle Arjantin seçmenlerinin çoğunluk oyunu alıp başkan seçildi.

Henüz bu gelişmeyi sindirememişken, Hollanda’da aşırı sağcı, göç ve İslam karşıtı, iklim kriziyle mücadele adımlarını desteklemeyen Geert Wilders, büyük bir seçim zaferi elde etti. Seçim sonuçlarına göre halk, hükümet partilerini cezalandırdı. Mark Rutte başkanlığındaki son hükümette yer alan 4 parti de ciddi oy kaybı yaşadı. Her ikisinin ortak yanı ABD eski başkanı Donald Trump’a olan ileri derecedeki hayranlıkları.

İnsan ister istemez düşünüyor. Bizim ülkemizde de zaten ayar şaşmışken böylesi radikal bir geçiş olabilir mi diye? Gerçi Bekir Ağırdır, “Son 40 yılda siyasi zeminde bazı çıkış ve denemeler, son seçimlerde de gözlediğimiz gibi bir ilgi ve parlama yakalasa da bu eğilim, tepkisellikten besleniyor ama nihai hedef ve iddia eksikliği nedeniyle de çok kısa sürede sönüyor. Gidişattan memnuniyetsizlik, yalnızca itiraz söylemi oy devşirmeye yetmiyor. Toplum hala yeni bir ütopya, iddia, hikaye ya da söz bekliyor” diyor.

Yine de mikro ve makro düzeyde bu açılımların en çok eğitim sistemlerindeki zaaflardan beslendiğini, akıl ve bilimden uzaklaştıkça dogmatik düşüncelerin, şiddet eğilimlerinin, ötekileştirmenin, kutuplaşmaların önünün açıldığı da bir gerçek.

 

Eğitim Şart !

Eğitim Reformu Girişimi (ERG)’nin 15’incisini yayınladığı Eğitim İzleme Raporu 2022, okullaşma oranındaki artış olumlu olsa da bu artışın eğitimin niteliğini, çocukların ve öğretmenlerin iyi olma hallerini ve eğitim sisteminin krizler karşısındaki dayanıklılığını geliştirecek çabalarla desteklenmesi gereğini vurguluyor. Kaldı ki, 2021-2022’de zorunlu eğitim kapsamındaki (6-17 yaş grubu) 570 bin çocuk eğitim dışında kalmış durumda.

Her çocuğun içine doğduğu koşullardan bağımsız olarak eğitime erişimle birlikte akranlarıyla eşit fırsatlara ve seçeneklere erişebilmesi, tüm dünyada eğitim sistemlerinin temel vaatlerinden biri ve nitelikli eğitim hakkının bir gerekliliği.

Artan gıda fiyatları, yüksek enflasyon oranları, hanelerin gelir ve geçim kaynağı kaybı, sosyal hizmetler ve çocuk koruma hizmetleri ve bunlara ayrılan kaynaklar üzerindeki baskı, çocuk işçiliği dolayısıyla çocukların eğitim dışına itilmesi riskini artırıyor. Ölçülemeyen bir boyut da kız çocuklarının evde bakım işlerine ve çocuk yaşta zorla evliliğe yönlendirilmesi. Bütün bu faktörler ülkemizde derinlik ve şiddetini her gün artırırken, eğitim politikalarındaki olumsuz gelişmeler nitelik ve etkinlik adına çağdaş ve ileri eğitim sistemlerinden giderek ayrışmamıza yol açıyor ve nedense hep aynı yönelimle yapılıyor.

Örneğin, okullara manevi danışman atanması ve son bir yılda kapsamındaki öğrenci sayısının katlandığı  'toplum temelli kurumlar'.  MEB tarafından Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı 4-6 yaş kurslar, belediyelerce açılan kreşler, derneklerce açılan kreşler tanımıyla çalışıyor ancak hangi kurumda kaç öğrenci olduğu bilgisi kamuoyuyla paylaşılmıyor. Erken çocukluk eğitimi hizmetleriyle sağlanan bu eğitimlerin ve eğitmenlerinin niteliklerinin resmi kurumlardaki standartlarla uyumlu olup olmadığı şeffaf olarak izlenemiyor ve denetlenemiyor.

 

Eğitim eşitsizlikleri üretiyor

Eğitime erişime yönelik politikalar, toplumun her kesiminde okula kayıt oranlarını artırsa da çıktılar, eğitimin toplumsal eşitsizlikleri yeniden ürettiğini gösteriyor. Bu etkiler, kız çocuklar, engelli çocuklar, anadili Türkçe olmayan çocuklar gibi farklı gruplarda daha şiddetli hissediliyor.

Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA), Uluslararası Matematik ve Fen Eğilimleri Araştırması (TIMMS), OECD Sosyal ve Duygusal Beceriler Araştırması ve Uluslararası Okuma Becerilerinde Gelişim Araştırması’nın (PIRLS) sonuçları hiç iç açıcı değil. OECD ortalamalarının çok altındayız. Maalesef, bu tablo sosyoekonomik durumu düşük gruplarda daha da olumsuz. Türkiye, Brezilya, Bulgaristan ve İran’ın ardından bu iki sosyoekonomik düzey arasındaki farkın en yüksek olduğu 4’üncü ülke.

2022 verilerine göre ülkemizde hane halkı eğitim harcamalarının yüzde 60’ı en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grup tarafından yapılırken sadece yüzde 1,5’ini en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grup yaptı.  Bu statüdeki çocukların yüzde 82’sinin okul için gerekli ders malzemelerine sahip olmadığı da biliniyor.

Eğitim bizi çoklu kriz düzeninde esnek ve uyumlu kılmak, aynı zamanda da onarıcı boyutuyla gezegenimizle, birbirimizle kurduğumuz ilişkileri, sosyal fırsat ve dengeleri sürdürülebilir, adil ve kapsayıcı baza oturtmak için olmalı. Ayrışarak, bize benzeyenlerle duvarlar örerek değil, dünyanın kaotik düzeninin özündeki gibi farklılıklarla birlikte var olmaya ve bilim temelinde ortak akılla ilerlemeye hizmet etmeli. Yoksa, oradan oraya savrulan ülke politikaları, anlamlandıramadığımız olaylar, onca kriz ve eşitsizlik düzeninde sıkışıp, bir bakmışız masanın sağlam ayağıyız derken bu yüklerin altında kırılıvermişiz!

Yazarın 1.12.2023 00:00:00. Tarihinden Önceki Yazıları