TÜM HESABINIZI SEÇİMDEN SONRAKİ KURA VE ENFLASYONA GÖRE YAPIN

Prof. Dr. Emre ALKİN

Merkez Bankası'nın döviz kurlarını enflasyonun gerisinde tutma çabaları devam ederken 10 milyar dolar daha rezervlerden kaybettiği görülüyor. Herkesin aklında şu soru var: "Seçimlerden sonra bu politika devam edecek mi?"

Aslına bakılırsa enflasyon belasından kurtulmak için sadece dövizi tutmak ve politika faizini yükseltmek yetmiyor. Bunun yanında kamunun harcamasını reel olarak negatife indirmesi yani yavaşlaması, diğer yandan mega projelerin müteahhitlerine yapılan ödemelerin bir süre durdurulması, vergi oranlarının zaruri mal ve hizmetlerde geriye çekilmesi gerekiyor. Bunların yanına etkin piyasa denetimi de lazım tabii. Gümrük alanlarındaki haksızca alınan maliyetler perakende piyasasında üreticiyi mağdur eden “raf kirası” veya “mezara kadar vade” uygulamalarına sınırlamalar getirilmeli.

Mega projeler ve dev inşaatlar yapmak, devasa binalar dikmek kolay. Bu yapıları idame ettirmek için yapılan masraflar büyük bir fire yaratıyor. Kamudan kâr etmesi beklenmiyor ama verimlilik ve etkinlik bekleniyor. Belediyelerden bakanlıklara, başkanlıklardan özerk kurumlara kadar sürekli personel artışı gerektiren şekilde bir genişleme hareketi var. Dolayısıyla muazzam bir tüketim ortaya çıkıyor. Bunun enflasyonist etkisi bir yana, söz konusu harcamaları finanse etmek için vergilerin yükseltilmesi ve bankalara zorla tahvil aldırılması, fiyatlama davranışlarında bozulmayı da peşinde getiriyor. Sonra da enflasyonun yurt dışı kaynaklı olduğunu iddia ediyoruz. Halbuki kendi ellerimizle artırıyoruz.

ENFLASYON NEDEN Mİ YÜKSEK?

Oldukça masraflı bir personel yönetimi var. Binalar, araçlar, yan haklar, iaşe ve temsil ödemeleri yan yana geldiğinde milyarlarca dolarlık bir fatura ortaya çıkıyor. Zaten bütçe kalemlerinde bunu görüyoruz. Ayrıca kurları serbest bırakmamak için KKM’yi icat etmemizle ortaya çıkan faturayı da unutmayalım. Bir de üzerine bize ait olan ve olmayan dövizleri rezervlerden satmanın faturasını da ekleyelim. Tüm bunlar enflasyonun neden yüksek seyrettiğini bize gösteriyor. Bu durumun üzerini örtmek için TÜİK’in sürekli hesaplama tekniğini değiştirmesi bizi bambaşka boyutlara taşıdı. Türkiye Ekonomisi’nin tam olarak ne durumda olduğunu bilmediğimiz için güven kalmadı. OVP’de öngörülen TÜFE’nin üzerinde yapılan ücret zamlarıyla meselenin sebepleriyle değil sonuçlarıyla ilgilendiğimizi gösterdi.

SONUÇ DEĞİŞMEYECEK

Özel sektörün önemli bir kısmı da böyle. Kendi hatalarından dolayı ortaya çıkan faturayı başkalarına ödetmek istiyorlar sürekli. Bu sebeple sürekli olarak ya dış ticaret rejiminde ya da vergi uygulamalarında kendi lehlerine güzellik istiyorlar. Ellerinde fırsat varken herkesin lehine olacak düzenlemeleri talep etmedikleri için bugün yaşadıkları “bumerang etkisini” hafifletmeye çalışıyorlar. Bir milyon dolardan 100 milyon dolara çabuk ulaştıkları için dönümlerce tesis, binlerce işçi çalıştırmanın ne büyük bir liyakat istediğini daha yeni yeni anlıyorlar. Ancak sermaye birikimleri zayıf olduğundan yurt dışından borçlanma maliyetlerini düşürecek kim varsa ya da ne varsa koşulsuz destek vermek zorunda hissediyorlar.

Açıkçası şu anki ekonomi yönetimiyle eskisi arasında yöntem açısından pek az farklılık var. Yine rezervlerden satış yapılıyor, yine sade vatandaşa eziyet var. Ancak söylemler daha güzel veya azıcık daha gerçekçi, yurt dışından borçlanma maliyeti düşüyor diye, sesi yüksek çıkanlar ve piyasa aktörleri destek veriyor. Üzülerek söylemeliyim ki sonuç değişmeyecek. Bu gelişmelere alıştığımız için her yeni duruma adapte olmaya çalışacağız.

Tüm hesaplarımızı seçimlerden sonra yükselme ihtimali olan kur ve enflasyona göre yapmalıyız. Böylelikle beklediğimiz kadar olumsuz gelişmeler olmasa bile aldığımız pozisyonlar kurumlarımıza fayda getirecektir.

Mesele dolara koşmak değil, tl’den kaçmak

Bir ülkeye dışardan bakanlar ve ülkenin içinde yaşayanların algısı olumsuza dönmüşse doğal olarak söz konusu ülkenin parasından kurtulmak isterler. Ana sebepleri şöyle sıralayabiliriz:

- Öngörüsüzlük başlamıştır

- Siyaset karışıktır

- Diplomasi sıkıntılıdır

- Bağımsız karar alması gereken kurumlar özerklikten uzaklaşmıştır

- Yatırım ortamı güven vermiyordur

- Rekabet ortamı ve piyasa ekonomisinden uzaklaşılmıştır

- Bazı kararlar “keyfi” görüntü veriyordur

Buraya kadar para politikasından ve kamu maliyesinden bahsetmedik. Çünkü bunlar yukarıdaki maddelerle alakalı sorunların devamı niteliğinde. Bilim ve pratikle alınması gereken kararlara siyasi tercihler karışmışsa zaten iktisadi rasyonelden çıkılmıştır. Yani, ekonomik kararlar hakim olan yaklaşımın sonucudur, sebebi değil. Bunu anladığımız zaman, ulusal paranın değerinin ekonomideki teknik yaklaşımlarla değişmediğini, işin temelinde sosyal ve siyasal yaşamdaki tecrübelerin neticesinde değiştiğini kavrayabiliriz.

Yukarıda saydığım maddeleri belirli ölçülerde tecrübe ettiğimiz malum. Bunlardan dolayı TL’den kaçmaya karar vermiş olanları beklenen enflasyondan daha düşük faiz uygulayarak döviz almaya teşvik eden bir para politikası var. Ayrıca, döviz kurlarını tutmaya çalıştıkça vatandaş daha fazla dolara yöneliyor. Piyasada serbestçe belirlenmiş olsa bu kadar hareketlilik olmayacak.

İCRAAT DEĞİŞTİ Mİ?

Bazı meslektaşlarımızın “seçimden sonra doların yükselmesi için sebep yok” diye yorum yazmadan yukarıda bahsettiklerimi düşünmek gerekiyor. Çünkü mesele seçim değil. Seçim olsun ya da olmasın döviz yükselmeye devam ediyor. Ancak her seçimden önce çok yükselmesin diye çaba verildiği için döviz kurları ile ilgili söz konusu beklenti oluşuyor.

Eğer serbest piyasaya saygı göstermiş ve kurlar yükselmesin diye milyarlarca doları rezervlerden satmamış olsaydık bugün bunlardan hiç bahsetmeyecektik. Faizlerin piyasa şartlarında belirlenmesine müdahale edip enflasyonla bağını koparmasaydık, bugün bu kadar yüksek faizleri telaffuz etmeyecektik. “Rasyonel Politikalara geri dönmek lazım” demişti Bakan Şimşek. Geride bıraktığımız 8 ayda, söylemlerin bazıları rasyonel olduğu için umutlananlar oldu mutlaka. Ancak icraat pek değişmedi.

Merkez Bankası yönetimi bugün de rezervlerden satıyor, bugün de dövizi yani TL’yi kontrol ediyor, bugün de yapılması gerekenleri taksit taksit yapıyor. Hadi bu yaptıkları. Bir de yapmadıklarına bakalım. “Elimizden gelen bu ama kamu maliyesi bu kadar genişlerken parayı sıkılaştırmak bir işe yaramaz” diyemiyor. İhracatçıya “kur seviyesinden medet ummayın” diyor ama “kur seviyesinin müsebbibi biziz, çünkü kontrol ediyoruz” diyemiyor. “Göreve geçen yaz geldik ama faizleri çok yavaş artırdığımız için hata yaptık” diyemiyor. (Fed Başkanı bunu söyledi mesela)

Dolayısıyla, kendilerinden büyük bir beklenti içine girmediğim için bana sitem etmesinler.

Şunu iyi bilmeliyiz: Yapılması gerekeni yapmayıp, söylenmesi gerekeni söylemeyince, eleştirdiğimiz ne varsa onun parçası haline geliriz.

Yazarın 1.03.2024 00:00:00. Tarihinden Önceki Yazıları